18 Aralık 2013 Çarşamba

Endülüs Emevi Sanatı

Endülüs Emevîleri, Abbasilerin, Emevî hanedanına son vermesiyle Emevî sülalesinden gelen Hîşam'ın torunu Abdurrahman,İspanya'ya giderek burada Endülüs Emevî Devleti'ni kurdu. Abdurrahman, Abbâsîler ile mücadale etti, Franklara karşı başarılar kazandı.
Endülüs Emevîleri'nin en parlak dönemi III. Abdurrahman (912-961) ve II. Hakem (961-976) zamanlarıdır. III. Abdurrahman, halife unvanını da kullanınca İslam tarihinde aynı anda Abbâsîler, Endülüs Emevîleri ve Fâtımîlerde olmak üzere ilk kez üç halife çıktı.Emevîler İspanya'da tam bir İslam egemenliği kurmuşlardı. Ancak zamanla, başa geçen hükümdarlar cihadı bıraktı ve saraylarda sefa sürmeye başladılar. Taht kavgaları ve sevdaları, kardeş kanının dökülmesi sebebiyle yıkım dönemi başladı. Ülke çevresinde gelişen Hıristiyan birlikler zamanla daha fazla güçlendi. Aragon kralı Ferdinand ile Kastilya kraliçesi I. İsabel'in evlenmesi ve ordularını birleştirmesi ile Hıristıyanlar daha da güçlenmiş ve Yahudilerle Müslümanarı Endülüs'ten çıkarmışlardır. Osmanlı devleti yardım gönderebilecek güçteydi ancak Cem Sultan olayı yüzünden yardım gönderememiştir. Kemal Reiskomutasında bir donanma ile kurtulan Yahudilerle Müslümanlar gemilerle doğuya getirilmişlerdir.

Endülüs İslam Sanatı, zengin ve güçlü bir kültürel altyapıya oturmaktadır.
Endülüs İslam Sanatının bilinen en önemli temsilcileri, az sayıda olmalarına rağmen, mimari eserlerdir. Mimari, kendine has bir ustalık ve ince zevkin bir ürünü olan binalarıyla hem yazı hem plastik sanatlar hem de seramik gibi sanat kolları açısından ana kaynaktır ve seçkin bir yere sahiptir.
Dekoratif dil, Bağdat ve Samerra örneklerinin bir devamı gibidir.
Mimari eserlerden sonra sırayı fildişi, ahşap oyma ve seramik almaktadır. Bu eserler, çok sınırlı sayıda olmalarına rağmen, üstün nitelik ve mükemmellikleriyle sanatçılarının ustalığı kadar, yaptıranların da zevk, görgü ve sanata karşı olan sevgilerini ve koruyucu özelliklerini yansıtmaktadır.
İslamî dönemdeki iç çekişmeler sırasında ve İspanyolların ülkeyi tekrar ele geçirmeleri sürecinde maruz kaldıkları saldırıların, doğal ya da bilinçli tahribatların etkisiyle pekçoğu ortadan kaybolmuş olan mimari eserlerin bugüne gelebilen sınırlı sayıdaki örneği, İslam Sanatının Avrupa’daki zerâfet mümessilleri olarak varlıklarını devam ettirmekte ve artık özenle korunmaktadırlar.


Endülüs, bütün İslam âlemiyle paylaştığı ortak özelliklerin yanında kendine has bir üslubun da sahibi olmuştur. Yani, tam anlamıyla orijinal bir sentezin ürünüdür. Bunda, İslam âleminin en uzak ucunda bulunması kadar, Avrupa’daki Hıristiyan âlemiyle sürekli temas halinde olmasının ve yerli halkla içiçe yaşamanın verdiği hoşgörüye dayalı değişik bir ruh hali taşımasının tesiri büyüktür.


Başlangıçta “kaçakların yurdu” sayılan Endülüs, sadece Abbasî ve Fâtımî tasallutundan kurtulmak isteyen siyaset adamlarının değil, aynı zamanda rahat çalışma ortamı arayan ilim adamları ve sanatkârların da sığınağ, hatta ödüllendirildikleri bir cennet haline gelmiştir.
Kültürel ve siyasi bakımdan Hıristiyan tebaaya karşı takındıkları hoşgörüyü dini bakımdan da büyük ölçüde sürdürmeye çalışan Endülüslü hükümdarların yaptırdıkları sanat eserleri, İslam ülkelerinde olduğu kadar Hıristiyan ülkelerde de büyük övgüye mazhar olmuştur.
Endülüs Sanatını Endülüs’ün sahip olduğu siyasi-kültürel dönemlere göre tasnif ederek 4 dönemde ele almak gerekir. Bu dönemler, eserlerde görülen farklılıklarla birbirinden ayrılmaktadır.
Emevi Sanatı (756-1031)
İspanya’daki Müslüman kimliğinin en görkemli eserlerinin meydana getirildiği dönemdir. Ümeyyeoğulları soyundan gelen hükümdarların güç ve zenginliklerine paralel olarak, ortaya konan sanat eserleri de büyük bir ihtişamı aksettirmektedir. Bu devrin sanatı ile Emevi sülalesinin ata memleketi olan Şam arasında bağlantı varsa da, Endülüs’ün sanatı tamamen kendine has özelliklere sahiptir ve Şamlılarınkinden farklıdır. İspanya’nın geçmişinden gelen mirası da özümseyen bu sanat, yeni bir anlayışın ifadesidir.


Emeviler’den İslam dünyasının yönetimini ele geçiren Abbasiler’in sanatı da Endülüs Emevilerininkinden farklıdır. Hatta, her iki taraf da siyasi bir bilinçle bu farklılığı oluşturmuşlardır. Çünkü, siyaseten birbirlerine rakip ve düşmandırlar. Özellikle halifeliğin üstlenilmesinden sonra Endülüs İslam Sanatı, güç ve zenginliklerini İslam âlemine göstermek isteyen hükümdarların sözcüsü niteliğine bürünmüştür.


Emevi Devrinin İspanya’da bıraktığı en önemli ve en ünlü bina, hiç şüphesiz bütün dünya camileri içinde de müstesna bir yere sahip olan Kurtuba Ulucâmii’dir (el-Mescidü’l-Kebîr).
Emevi mimarisinin günümüze ulaşan sınırlı örnekleri içerisinde yer alan bir diğer cami,Tuleytula’daki Bâbü Merdüm Câmii’dir. 1000 Yıllarında yapılmıştır. Kurtuba Ulucamii’nin devasa boyutları ve ihtişamından çok uzaktır.
Emevi hanedanı tarafından yaptırılan sarayların çoğunun izi kalmamıştır. Bunlar hakkında ancak edebi-tarihi eserlerden bilgi edinmek mümkündür. Bu sarayların ihtişamını az da olsa yansıtabilecek başlıca örnek, Medînetüzzehrâ’daki saraydır.

Harabe halinde günümüze gelen eserin restorasyonu yapılmaktadır. 936 Yılında III. Abdurrahman tarafından yaptırılan bu saray, adını hükümdarın gözde hanımı Zehrâ’dan alır. Sarayın mevkii, Kurtuba’nın kuzeybatısındaki Vâdîlkebîr (Guadalquivir) nehrine bakmaktadır. Kulelerle takviye edilmiş surlarla çevrili olup, erken Müslüman saray mimarisinin genel özelliklerini taşır. Üç seviyeli bir şemaya göre düzenlenen kompleksin en üstünde halifenin sarayı, aşağılarda ise devlet daireleri ile köşkler yer almaktadır. Daha çok mermer ve alçı kullanılarak yapılan tezyinatta mozaiklere de geniş yer verilmiştir. Saray ve müştemilatı 1013 yılında çıkan bir isyanda tahrip edilmiştir.
Medînetüzzehrâ’daki saray kadar muhteşem olduğu tahmin edilen diğer bir saray daMedînetüzzâhire’de Hâcib el-Mansûr İbn Ebî Âmir’in sarayıdır. Bu da Kurtuba dışındadır. İsyanlar sırasında tahrip edilen bu saraydan günümüze yalnızca su kanalları kalmıştır.




Rusâfe Sarayı da Emevi saraylarındandır. 784 Yılında I. Abdurrahman tarafından yaptırılmıştır. Vâdîlkebîr kıyısında bulunan sarayın bahçeler içinde yer alan köşklerle değişik yapı birimlerinden meydana geldiği bilinmektedir.

Endülüs Emevileri, içinde bulundukları ağır askeri-siyasi şartlara bağlı olarak, askeri yapılara da ağırlık vermişlerdir. Bunların başında kaleler gelir. Emevi kaleleri, sonraki Müslüman ve Hıristiyan dönemlerde de itinayla korunmuş ve kullanılmışlardır. Bunlar hakkında fikir verebilecek en önemli örneklerden biri, II. Abdurrahman tarafından yaptırılan Mâride Kalesidir. 835 Yılında tamamlanmıştır. İşgalden sonra tamir edilerek Santiago Şövalyelerince de kullanılmıştır. Ana yönlere göre düzenlenmiş planıyla kalenin kalın duvarları dikdörtgen kulelerle ve payandalarla desteklenmiştir. Yapımında ana malzeme olarak kesme taşlar, ayrıca Vizigot ve Roma kökenli devşirme malzeme de kullanılmıştır. Kalenin içinde yer altında bulunan bir hazne ile ona ulaşan üzeri kemerle örtülü iki paralel rampadan müteşekkil sarnıç vardır.


Emeviler, Şam’daki ataları gibi dinî binalarda daha çok bitki, diğer binalarda ise insan ve hayvan tasvirlerine yer vermişlerdir. Fakat, bu örneklerin çoğu bugüne ulaşmamıştır. Dinî resimlerin büyük kısmı Kurtuba Ulucamii içinde yer alırken, diğer örnekler saraylarda bulunmaktaydı. Mozaikler, Bizans tesirini yansıtmakla birlikte tezyinî nitelikler ve kullanılan motifler itibarıyla İslam geleneğine bağlı olup, özellikle altın yaldız zemin üzerinde yer alan bitki motifleri Endülüs Emevi zevkini yansıtmaktadır.
Az olmakla birlikte heykele de raslanmaktadır. Mermer ve alçı kabartmalar dinî-sivil mimarinin dekoratif elemeanları arasında yaygın biçimde yer alırken, taş ve maden gibi çeşitli maddelerden yapılmış olan heykeller sadece sivil mimaride (saraylarda) kullanılmıştır.

6 Kasım 2013 Çarşamba

Çin-Longmen Mağara Tapınağı


Çin-Longmen Mağara Tapınağı

Longmen mağaraları, Çin'in orta bölgesinde yer alan Henan eyaletindeki Luoyang kentinin güney civarındadır. Burada Longmenxia adlı bir vadi vardır. Vadide akan tertemiz su ve hava insanlar için çok çekicidir. Burası aynı zamanda ünlü bir turistik yerdir. Burada bulunan kayalıklar çok kalitelidir ve oymacılık için çok uygundur. Bunun için eski insanlar sarp kayalıklar üzerindeki mağaraları kazmışlardır. 

Luoyang, tarihte Çin'in en eski bir şehri, aynı zamanda Budizmin merkezlerinden biri olmuştur. Budizmin Çin'e yayılmasından sonra Çin'deki ilk tapınak olan Baima tapınağı burada inşa edilmiştir. MS 68 yılında inşa edilen Baima tapınağı, Budizmin Çin'e yayılmasından sonra Çin'in resmi makamları tarafından inşa edilen ilk Budizm tapınağıdır. Çin'de birçok Budist mezhepleri ve tapınakları vardır. Ancak Çin Budizm tarihinde özel yeri bulunan Baima Tapınağı Budizmin Çin'deki en erken eseri olarak kabul edilmiştir.

 Longmen mağaraları, Gansu Dunhuang Mogaoku mağaraları, Shanxi Datong Yungang mağaraları ve Chongqing Dazu taş oymaları, "Çin'in 4 dev taş oyma sanatı hazinesi" olarak adlandırılır. Taş mağaralar ilkin M.S. 471 ila 477 yılları arasında kazılmaya başlanmıştır. Bundan sonraki 400 yıl içerisinde bu çalışmalar devam ettirilmiştir. Nihayetinde burada, güneyden kuzeye uzanan 1000 metre uzunluğunda mağaralar bloku oluşturulmuştur.
Şu an Longmen mağaralarında 1300'den fazla mağara ve mağaralarda 50'den fazla Buda pagodası ve yaklaşık 100 bin Buda heykeli bulunmaktadır. Bunlardan Binyangzhong mağarası, Fengxian tapınağı ve Guyang mağarası en görkemlidir.
    
Binyangzhong mağarası, 4. yüzyıldaki mağara sanatını temsil eder. Bu mağara 24 yılda ancak tamamlanabilmiştir. Bu mağara inşası en uzun süren mağara olmuştur. Bu mağaranın içinde 11 kocaman Buda heykeli vardır. Ana heykel olan Buda Sakyamuni heykelinin yüz ifadesi zarif ve doğaldır. Heykel önünde oyulmuş iki arslan figürü de çok canlıdır.

 Fenxiang tapınağı, Longmen mağaralarının en büyüğüdür ve Çin'in Tang hanedanındaki (618-904) taş oyma sanatını temsil eder. Bu mağaradaki heykeller bloku, mükemmel bir sanat bütünlüğüdür. Ayrıca Lushena heykeli eşi görülmemiş zariflikte seçkin bir sanat eseridir. 17 metre yüksekliğindeki Lushena Buda heykeli dolgun, güzel ve canlıdır.

    Guyangdong mağarası, en erken kazılan ve içeriği en zengin mağaralardan biridir. Bu mağarada Buda heykellerinin koyulduğu hücreler vardır. Hücrelerde Buda heykellerini yapanların isimleri, tarihleri ve nedenleri kayıt edilmiştir. Bunlar, Çin'in hattatlık ve oymacılık sanatı için çok değerlidir.

Longmen mağaralarında, çok miktarda din, güzel sanatlar, hattatlık, müzik, giyim, tıp ve ilaç, inşaat ve ulaşım ile ilgili gerçek eşyalar saklıdır. Dolayısıyla Longmen mağaraları aynı zamanda dev bir taş oyma sanatı müzesi gibidir.

    Longmen mağaraları, 2000 yılında "Dünya Mirasları Listesi"ne alındı. Dünya Mirasları Komitesi Longmen mağaralarını ve Buda heykellerini şöyle değerlendirdi: "Longmen mağaraları ve Buda heykelleri, Budizm konulu sanat eserlerini ayrıntısıyla gözler önüne seriyor ve Çin'in taş oyma sanatının zirvesini temsil ediyor."
###

İlgili Video ;

22 Ekim 2013 Salı

Mısır Medeniyeti ve Papirüs

Mısır Medeniyeti ve Papirüs

Mısır Medeniyeti

Antik Mısır Antik Çağ'daki en büyük medeniyetlerdendir. Kuzeydoğu Afrika'da Nil Nehri'nin denize ulaştığı yarısı çevresinde yayılmış antik bir uygarlıktır. Uygarlığın yayıldığı bölge, bugünkü Mısır toprakları içinde yer almaktadır. MÖ 3.050 yılları civarında kuruluşundan önce, "Aşağı Mısır" ve "Yukarı Mısır" olarak ikiye ayrılmaktaydı. Uygarlık, MÖ 3.150 [1] dolaylarında ilk firavunun yönetimi altında Aşağı Mısır'ı ve Yukarı Mısır'ı politik olarak birleştirdi. Bu politik birlik, izleyen 3 bin yıl boyunca sürdü.
Antik Mısır tarihinde, arada Orta Krallık olarak adlandırılan görece istikrarsız dönemlerin yaşandığı bir dizi istikrarlı krallık dönemleri yer almaktadır. Antik Mısır, Yeni Krallık döneminde en gelişkin düzeyine ulaştı. Ardından, ağır seyreden bir gerileme dönemine girdi. Mısır, son dönemlerine doğru birbiri ardına gelen dış güçler karşısında yenilgilere uğradı ve MÖ 31 yılında, erken Roma İmparatorluğu tarafından istila edilerek firavunların egemenliğine son verildi, Roma'nın bir eyaleti haline getirildi.
Eski Mısır uygarlığının başarısı, kısmen Nil Vadisi'nin koşullarına uyum sağlamakta gösterdiği beceriden gelmektedir. Taşkınların öngörülmesi ve verimli vadinin kontrollü sulanması, toplumsal ve kültürel gelişmeyi besleyen ürün fazlasının üretilmesini sağlamıştır. Ürün fazlasının kullanılmasıyla siyasi otorite, Nil vadisi ve onun civarındaki çöl arazisindeki madenleri işletmek, özgün bir yazı sistemini erken evrelerde geliştirmek, karmaşık inşaa ve tarım projelerini hayata geçirmek, dış dünya ile ticareti geliştirmek ve yabancı istilacıları uzak tutmaya ve Mısır üstünlüğünü kabul ettirmeye yönelik bir askeri yapılanışı sağlamak için gerekli kaynakları sağlamıştır. Bu yöndeki faaliyetleri harekete geçiren ve planlayıp örgütleyen, seçkin yazmanlardan oluşan bir bürokrasi, dini liderler, bir Firavun'un denetimi altındaki yöneticiler topluluğuydu.


Mısır’da insan paleolitik zamandan beri vardı. Bu dönemin Mısır toplulukları merkezi bir yönetim kuramamışlardı. Siyasal birlik adına ise ilk gelişme bu dönemin sonunda Yukarı Mısır’ın kuzeyinde yer alan Hierakonpolis merkezli oldu.
Hanedanlık öncesi ve Erken Hanedanlık Dönemi'nde Mısır iklimi bugünkünden çok daha az kurak bir iklimdi. Mısır topraklarının geniş bir bölümü, toynaklı hayvan sürülerinin otladığı savanlarla kaplıydı. Flora ve Fauna (yaban hayatı), tüm bölgede çok daha verimliydi ve bu durum çok sayıda su kuşu türünün ve popülasyonunun yaşamasına olanak sağladı. Doğal olarak bu bölgede yaşayan insan toplulukları için avlanma yaygındı ve bu durum birçok hayvan türünün süreç içinde ilk kez bu bölgede evcilleştirilmesine olanak sağladı.


Dönemin en ünlü kralı 3. Hanedan’ın 2. Kralı olan Zoser’dir. Başkent Memphis kenti yakınındaki Sakkara’da Mısır’ın ilk piramidini, Basamaklı Piramit'i inşa ettirmiştir. Bu piramidin mimarı Zoser’in veziri İmhotep’tir. Zoser’den sonraki krallar da piramit yaptırmaya devam etmişlerdir. Bunların en görkemlisi ise 4. Hanedan Kralları zamanında yapılan Keops Piramidi'dir.

Eski Krallık'ın sonunda merkezi yönetimin çökmesi ardından yönetim, Mısır ekonomisini artık destekleyemedi ve dengede tutamadı. Yerel valiler, kriz döneminde kral için güvenilir değildi. Yaşanan gıda maddeleri kıtlığı ve politik çekişmeler, ülkeyi yoksulluğa ve küçük çaplı iç savaşlara sürükledi. Yaşanan güç sorunlara karşın yerel yöneticiler firavuna halen bir haraç ya da vergi yükümlülüğü altında değillerdi ve yeni elde ettikleri bağımsızlığı, taşrada serpilip gelişen bir kültür oluşturmakta kullandılar. Kendi kaynakları üzerinde denetim sağladıkları andan itibaren taşra giderek daha varlıklı oldu. Taşradaki tüm sınıflardan insanların yaptırdığı daha büyük ve daha iyi mezarlar da bunu göstermektedir.

Mısır Uygarlığı’ndaki heykeltraşların ve ressamların birçok eseri günümüze kadar ulaşmıştır. Ancak sanatçıların adları bilinmemektedir. Bu eserler daha çok Orta ve Yeni Krallık Dönemi’nden kalmadır. Maden, taş, tahta, fildişi gibi malzemeleri kullanmışlardır. Heykeltıraşlık alanında firavun büstleri özellikle ilgi çekicidir. Heykeltıraşlar ve ressamlar devletin desteğini almışlardır.
Eski Mısırlılar işlevsel amaçlara hizmet eden bir sanat ürettiler. Sanatçılar 3.500 yıldan fazla, Eski Krallık dönemi içinde geliştirilen sanatsal formlara ve ikonografiye bağlı kaldılar. Öte yandan, dikkatlice ve katı bir tarzda belirlenmiş ilkeler, dış etkilere ve iç değişimlere direnç gösterdi. Bu sanatsal standartlar - basit çizgiler, biçimler bileşik renkli düz alanlar, şekillerin keskin izdüşümü ile mekansal derinliğin olmaması- düzenleme içinde bir denge ve düzen duygusu yarattı. Şekiller ve metinler, mezarlarda ve tapınak duvarlarında, tabut, dikilitaş ve hatta heykellerde yan yana birlikte örüldü. Örneğin Narmer Paleti'nde, aynı zamanda hiyeroglif olarak da okunabilecek şekiller yer almaktadır.Katı kurallar nedeniyle son derece stilize ve sembolik anlatımı seçen antik Mısır sanatı, kesin ve açık olarak politik ve dinsel amaçlara hizmet etti.

Mısırlı sanatçılar, heykeller ve zarif kabartmalar oymakta taş kullandılar. Fakat ucuz v e işlenmesi kolay bir alternatif malzeme olarak tahtayı da kullandılar. Boyalar, demir cevheri (kırmızı ve sarı aşı boyası), bakır cevheri (mavi ve yeşil), is ya da mangal kömürü (siyah) ve kireçtaşı (beyaz) gibi minerallerden elde edildi. Boyalar, bağlayıcı madde olarak arap reçinesi ile karıştırılabiliyor ve kalıplarda presleniyordu. Daha sonra, kullanıldığında suyla nemlendiriliyordu.Firavunlar, savaşlardaki zaferleri, kraliyet kararnamelerini ve dini sahneleri ölümsüzleştirmek için kabartmalar yaptırdılar. Sıradan yurttaşların kendi cenaze törenleri için, uşabti adı verilen küçük heykelcikler ve Mısır ölüler kitabı gibi eşyalar edinme olanakları vardı. Bu tür parçaların öbür dünyada onları koruyacağına inanılıyordu.Orta Krallık dönemi boyunca tahta ya da kilden yapılan ve günlük yaşamı sergileyen modellerin mezarlara konulması adet olageldi. İnsanlar öbür dünyada sahip olmayı hayal ettikleri şeylere ilişkin bu tür imgelerin mezarlarına konulmasını istiyorlardı. Örneğin işçiler, evler, tekneler ve hatta askeri birlikler gibi. Tüm bunlar, antik Mısırlının öteki dünya yaşamına ilişkin ideal saydığı bir "yaşam"ı temsil ediyordu.


Papirüs

Papirüs, Cyperaceae ailesinden bir su bitkisi ve eski çağlarda bu bitkinin gövdesinden hazırlanan yazı kağıdının adıdır. Eski Mısırlıların yelken, bez, hasır ve yazı kağıdı olarak kullandıkları papirüs onlardan Yunanlılara daha sonra Romalılara intikal etti ve M.S. 3. yüzyılda yerini parşömen alıncaya dek kullanımı sürdürüldü.
Yunanca papirüs kelimesi Kıptice’den ödünç alınmış ve neredeyse tüm batı dillerine girmiştir. Gilan eyaletinde konuşulan Gilanice papirüs kelimesi "sigara tütünü" anlamına gelir.
İngilizce paper “kâğıt” ve Türk argosunda “para” anlamına gelen “papel” kelimelerinin de orijini bu kelime olmalıdır.

Eski Mısırlıların yazı kağıdı yapmak için özünden yararlandıkları papirüs, sürüngen köksaplı, boyu 2,5-3 metreyi bulabilen bir bitkidir. Günümüzde yalnızca İtalya’nın bazı yerlerinde ve Gabon’da yetişir. Kuzey Afrika’da yetişen yumrulu papirüsün köksapından, yenebilen yumrular elde edilebilir. Eski Mısırlılar tarafından elde edilen papirüsten yazı yaprakları, Roma İmparatorluğu’nun son dönemlerine kadar kullanılmış, o dönemden başlayarak yerini, daha ucuz olan parşömen almıştır.






Papirüs eski Mısırlılar için önemli bir bitkiydi. Gıdâ olarak kullanıldığı gibi yapraklarından da hasır, sepet îmâlinde faydalanılırdı.

Papirüs kağıt îmâlinde de kullanıldı. Bunun için sapların tabakaları hafif hafif dövmeyle ayrılır. Sonra bunları 5-6 cm eninde, 25-30 cm boyunda şeritler hâlinde keserek uç uca ve yan yana yapıştırarak sayfalar hâlindetabakalar yaparlardı. Bu tabakalar perdahlanır, böceklerin yememesi için üzerlerine sedir yağı sürülürdü. Butabakaların üzerine kamış kullanarak mangal kömürü, sübye ve başka maddelerden meydana gelen mürekkeple yazı yazarlardı. Yapılması, parşömenden çok daha ucuza mâl olduğu ve uzun zaman muhâfaza edilebildiği için, papirüs, edebî yazılardan resmî yazışmalara kadar çeşitli alanlarda kullanılmıştır.

Papirüs yapımı ile ilgili bir video
http://www.youtube.com/watch?v=8oVc-KoZyYU

Bu papirüs sayfaları günümüze kadar saklanmış olup, çok önemli tarihî belgelerin ortaya çıkmasına sebep olmuştur. 
Mısır’da, 19. yüzyılın başlarında, Orta Krallık döneminin sonlarına ait bir papirüs bulundu. Bulunan papirüs Hollanda’daki Leiden Müzesi’ne götürüldü ve A. H. Gardiner tarafından 1909′da tercüme edildi. Papirüsün tamamı Admonitions of an Egyptian from a Heiratic Papyrus in Leiden (Leiden’deki Papirüste Bir Mısırlının Nasihatleri) adlı kitapta yer almaktadır. Papirüste Mısır’daki büyük değişimler; açlık, kuraklık, kölelerin Mısırlıların servetleriyle kaçışı ve ülke çapındaki ölümler tarif edilmektedir. Papirüs, Ipuwer adındaki bir Mısırlı tarafından yazılmıştı ve buradaki anlatımlardan bu kişinin Mısır’daki felaketlere bizzat şahit olduğu anlaşılmaktaydı.