18 Aralık 2013 Çarşamba

Endülüs Emevi Sanatı

Endülüs Emevîleri, Abbasilerin, Emevî hanedanına son vermesiyle Emevî sülalesinden gelen Hîşam'ın torunu Abdurrahman,İspanya'ya giderek burada Endülüs Emevî Devleti'ni kurdu. Abdurrahman, Abbâsîler ile mücadale etti, Franklara karşı başarılar kazandı.
Endülüs Emevîleri'nin en parlak dönemi III. Abdurrahman (912-961) ve II. Hakem (961-976) zamanlarıdır. III. Abdurrahman, halife unvanını da kullanınca İslam tarihinde aynı anda Abbâsîler, Endülüs Emevîleri ve Fâtımîlerde olmak üzere ilk kez üç halife çıktı.Emevîler İspanya'da tam bir İslam egemenliği kurmuşlardı. Ancak zamanla, başa geçen hükümdarlar cihadı bıraktı ve saraylarda sefa sürmeye başladılar. Taht kavgaları ve sevdaları, kardeş kanının dökülmesi sebebiyle yıkım dönemi başladı. Ülke çevresinde gelişen Hıristiyan birlikler zamanla daha fazla güçlendi. Aragon kralı Ferdinand ile Kastilya kraliçesi I. İsabel'in evlenmesi ve ordularını birleştirmesi ile Hıristıyanlar daha da güçlenmiş ve Yahudilerle Müslümanarı Endülüs'ten çıkarmışlardır. Osmanlı devleti yardım gönderebilecek güçteydi ancak Cem Sultan olayı yüzünden yardım gönderememiştir. Kemal Reiskomutasında bir donanma ile kurtulan Yahudilerle Müslümanlar gemilerle doğuya getirilmişlerdir.

Endülüs İslam Sanatı, zengin ve güçlü bir kültürel altyapıya oturmaktadır.
Endülüs İslam Sanatının bilinen en önemli temsilcileri, az sayıda olmalarına rağmen, mimari eserlerdir. Mimari, kendine has bir ustalık ve ince zevkin bir ürünü olan binalarıyla hem yazı hem plastik sanatlar hem de seramik gibi sanat kolları açısından ana kaynaktır ve seçkin bir yere sahiptir.
Dekoratif dil, Bağdat ve Samerra örneklerinin bir devamı gibidir.
Mimari eserlerden sonra sırayı fildişi, ahşap oyma ve seramik almaktadır. Bu eserler, çok sınırlı sayıda olmalarına rağmen, üstün nitelik ve mükemmellikleriyle sanatçılarının ustalığı kadar, yaptıranların da zevk, görgü ve sanata karşı olan sevgilerini ve koruyucu özelliklerini yansıtmaktadır.
İslamî dönemdeki iç çekişmeler sırasında ve İspanyolların ülkeyi tekrar ele geçirmeleri sürecinde maruz kaldıkları saldırıların, doğal ya da bilinçli tahribatların etkisiyle pekçoğu ortadan kaybolmuş olan mimari eserlerin bugüne gelebilen sınırlı sayıdaki örneği, İslam Sanatının Avrupa’daki zerâfet mümessilleri olarak varlıklarını devam ettirmekte ve artık özenle korunmaktadırlar.


Endülüs, bütün İslam âlemiyle paylaştığı ortak özelliklerin yanında kendine has bir üslubun da sahibi olmuştur. Yani, tam anlamıyla orijinal bir sentezin ürünüdür. Bunda, İslam âleminin en uzak ucunda bulunması kadar, Avrupa’daki Hıristiyan âlemiyle sürekli temas halinde olmasının ve yerli halkla içiçe yaşamanın verdiği hoşgörüye dayalı değişik bir ruh hali taşımasının tesiri büyüktür.


Başlangıçta “kaçakların yurdu” sayılan Endülüs, sadece Abbasî ve Fâtımî tasallutundan kurtulmak isteyen siyaset adamlarının değil, aynı zamanda rahat çalışma ortamı arayan ilim adamları ve sanatkârların da sığınağ, hatta ödüllendirildikleri bir cennet haline gelmiştir.
Kültürel ve siyasi bakımdan Hıristiyan tebaaya karşı takındıkları hoşgörüyü dini bakımdan da büyük ölçüde sürdürmeye çalışan Endülüslü hükümdarların yaptırdıkları sanat eserleri, İslam ülkelerinde olduğu kadar Hıristiyan ülkelerde de büyük övgüye mazhar olmuştur.
Endülüs Sanatını Endülüs’ün sahip olduğu siyasi-kültürel dönemlere göre tasnif ederek 4 dönemde ele almak gerekir. Bu dönemler, eserlerde görülen farklılıklarla birbirinden ayrılmaktadır.
Emevi Sanatı (756-1031)
İspanya’daki Müslüman kimliğinin en görkemli eserlerinin meydana getirildiği dönemdir. Ümeyyeoğulları soyundan gelen hükümdarların güç ve zenginliklerine paralel olarak, ortaya konan sanat eserleri de büyük bir ihtişamı aksettirmektedir. Bu devrin sanatı ile Emevi sülalesinin ata memleketi olan Şam arasında bağlantı varsa da, Endülüs’ün sanatı tamamen kendine has özelliklere sahiptir ve Şamlılarınkinden farklıdır. İspanya’nın geçmişinden gelen mirası da özümseyen bu sanat, yeni bir anlayışın ifadesidir.


Emeviler’den İslam dünyasının yönetimini ele geçiren Abbasiler’in sanatı da Endülüs Emevilerininkinden farklıdır. Hatta, her iki taraf da siyasi bir bilinçle bu farklılığı oluşturmuşlardır. Çünkü, siyaseten birbirlerine rakip ve düşmandırlar. Özellikle halifeliğin üstlenilmesinden sonra Endülüs İslam Sanatı, güç ve zenginliklerini İslam âlemine göstermek isteyen hükümdarların sözcüsü niteliğine bürünmüştür.


Emevi Devrinin İspanya’da bıraktığı en önemli ve en ünlü bina, hiç şüphesiz bütün dünya camileri içinde de müstesna bir yere sahip olan Kurtuba Ulucâmii’dir (el-Mescidü’l-Kebîr).
Emevi mimarisinin günümüze ulaşan sınırlı örnekleri içerisinde yer alan bir diğer cami,Tuleytula’daki Bâbü Merdüm Câmii’dir. 1000 Yıllarında yapılmıştır. Kurtuba Ulucamii’nin devasa boyutları ve ihtişamından çok uzaktır.
Emevi hanedanı tarafından yaptırılan sarayların çoğunun izi kalmamıştır. Bunlar hakkında ancak edebi-tarihi eserlerden bilgi edinmek mümkündür. Bu sarayların ihtişamını az da olsa yansıtabilecek başlıca örnek, Medînetüzzehrâ’daki saraydır.

Harabe halinde günümüze gelen eserin restorasyonu yapılmaktadır. 936 Yılında III. Abdurrahman tarafından yaptırılan bu saray, adını hükümdarın gözde hanımı Zehrâ’dan alır. Sarayın mevkii, Kurtuba’nın kuzeybatısındaki Vâdîlkebîr (Guadalquivir) nehrine bakmaktadır. Kulelerle takviye edilmiş surlarla çevrili olup, erken Müslüman saray mimarisinin genel özelliklerini taşır. Üç seviyeli bir şemaya göre düzenlenen kompleksin en üstünde halifenin sarayı, aşağılarda ise devlet daireleri ile köşkler yer almaktadır. Daha çok mermer ve alçı kullanılarak yapılan tezyinatta mozaiklere de geniş yer verilmiştir. Saray ve müştemilatı 1013 yılında çıkan bir isyanda tahrip edilmiştir.
Medînetüzzehrâ’daki saray kadar muhteşem olduğu tahmin edilen diğer bir saray daMedînetüzzâhire’de Hâcib el-Mansûr İbn Ebî Âmir’in sarayıdır. Bu da Kurtuba dışındadır. İsyanlar sırasında tahrip edilen bu saraydan günümüze yalnızca su kanalları kalmıştır.




Rusâfe Sarayı da Emevi saraylarındandır. 784 Yılında I. Abdurrahman tarafından yaptırılmıştır. Vâdîlkebîr kıyısında bulunan sarayın bahçeler içinde yer alan köşklerle değişik yapı birimlerinden meydana geldiği bilinmektedir.

Endülüs Emevileri, içinde bulundukları ağır askeri-siyasi şartlara bağlı olarak, askeri yapılara da ağırlık vermişlerdir. Bunların başında kaleler gelir. Emevi kaleleri, sonraki Müslüman ve Hıristiyan dönemlerde de itinayla korunmuş ve kullanılmışlardır. Bunlar hakkında fikir verebilecek en önemli örneklerden biri, II. Abdurrahman tarafından yaptırılan Mâride Kalesidir. 835 Yılında tamamlanmıştır. İşgalden sonra tamir edilerek Santiago Şövalyelerince de kullanılmıştır. Ana yönlere göre düzenlenmiş planıyla kalenin kalın duvarları dikdörtgen kulelerle ve payandalarla desteklenmiştir. Yapımında ana malzeme olarak kesme taşlar, ayrıca Vizigot ve Roma kökenli devşirme malzeme de kullanılmıştır. Kalenin içinde yer altında bulunan bir hazne ile ona ulaşan üzeri kemerle örtülü iki paralel rampadan müteşekkil sarnıç vardır.


Emeviler, Şam’daki ataları gibi dinî binalarda daha çok bitki, diğer binalarda ise insan ve hayvan tasvirlerine yer vermişlerdir. Fakat, bu örneklerin çoğu bugüne ulaşmamıştır. Dinî resimlerin büyük kısmı Kurtuba Ulucamii içinde yer alırken, diğer örnekler saraylarda bulunmaktaydı. Mozaikler, Bizans tesirini yansıtmakla birlikte tezyinî nitelikler ve kullanılan motifler itibarıyla İslam geleneğine bağlı olup, özellikle altın yaldız zemin üzerinde yer alan bitki motifleri Endülüs Emevi zevkini yansıtmaktadır.
Az olmakla birlikte heykele de raslanmaktadır. Mermer ve alçı kabartmalar dinî-sivil mimarinin dekoratif elemeanları arasında yaygın biçimde yer alırken, taş ve maden gibi çeşitli maddelerden yapılmış olan heykeller sadece sivil mimaride (saraylarda) kullanılmıştır.